top of page

ENERJİ GÜVENLİĞİ

ENERJİ GÜVENLİĞİ TANIMI VE TÜRKİYE’DE ÖNEMİ

Enerji güvenliği kavramı, enerji üretim, iletim ve dağıtım sistemlerinin alt yapısına yönelik olası terörist saldırılarından, yatırım eksikliklerinin doğuracağı kesintilere, kasırgaların doğuracağı engellerden ambargolara, grevlerden lokavtlara, iç savaştan işgale kadar birçok olasılığın birlikte değerlendirilmesini gerektiren bir kavramdır. Bu nedenle enerji politikaları ve arz güvenliği gibi konularda yapılan değerlendirmelerde enerji kaynaklarının coğrafi dağılımlarından, maliyetlerine, taşıma yollarından talep artış eğilimlerine, büyük tüketicilerin ithalat bağımlılıklarından temin edebilmek için geliştirilen askeri doktrinlere kadar birçok konunun birlikte ele alınabilmesi gerekmektedir. Enerji güvenliğinin bazı tanımları şu şekildedir;

  • Enerji güvenliği; enerjinin sürekli olarak güvenilir, temiz ve çeşitli kaynaklardan uygun miktarlarda ve uygun fiyatlarla sağlanması ve yüksek verimlilikle tüketilmesi,

  • Enerji güvenliği; yeterli miktarlardaki enerji kaynaklarına, tutarlı fiyat ve istikrarlı bir kaynaktan, fiili olarak tehdit altında olmayan ulaşım imkânları vasıtasıyla ve adil dağılım çerçevesinde erişilebilmesi,

  • Enerji güvenliği; dünyadaki enerjinin akılcı ve tasarruflu kullanılması,

  • Enerji güvenliği; ekonominin ihtiyacı olan enerji hizmetlerinin devamlı olarak bulunabilmesidir.

Türkiye coğrafi olarak doğal gaz ve petrol rezervlerinin en fazla olduğu bölgelere yakınlığı nedeniyle iki taraftaki ülkeler arasında doğal bir enerji köprüsü oluşturmaktadır. Dolayısıyla Türkiye; Hazar Denizi, Rus ve Orta Doğu petrol ve gaz rezervlerini diğer bölgelere taşıyarak Doğu-Batı arasında enerji koridoru olma amacı taşımaktadır. Türkiye'nin artan nüfusu ve büyüyen ekonomisi göz önüne alındığında enerji sektörünün her alanında artan bir talep gözlemlenmektedir. Bu noktada ise fosil yakıtlar açısından kısıtlı kaynaklara sahip ve enerji ihtiyacının bir kısmını ithal etme yoluyla karşılayan Türkiye için enerji güvenliği daha da önemlisi enerji arz güvenliği ön plana çıkmaktadır.

ENERJİ GÜVENLİĞİNİ ARTTIRICI ÖNLEMLER

Gelecek enerji tehditlerinden en az zararı görmek için güvenlik meselesini daha ön planda tutmak gerekmektedir. Tüm yönleriyle ele alındığında enerji güvenliği kavramı çevre, su, gıda gibi temel kavramların güvenliğinden ayrı tutulamaz.

Günümüzde karşı karşıya bulunduğumuz çevre sorunlarının çözümü ve enerji ihtiyacının karşılanabilmesi uzun vadeli ve güvenilir enerji politikalarının oluşturulması ve sürdürülebilir enerji güvenliğinin sağlanması gerekmektedir. Sınırlı fosil yakıt rezervlerine sahip olan Türkiye’ye bakıldığında enerjide dışı bağımlılıktan kurtulması kısa ve orta vadede mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, enerji güvenliğini artırıcı yönde kaynak çeşitliliğini sağlamak amaçlı Türkiye'nin mevcut fosil enerji kaynaklarını daha etkin kullanması, yenilenebilir enerji kaynaklarını devreye sokması ve nükleer enerji üretimine bir an önce geçmesi gerekmektedir. Bunun yanısıra enerji kullanımında kayıp ve kaçakların azaltılması, enerji kullanımında verimliliğin artırılması ve enerji tasarrufuna yönelik çalışmalar kısa vadede enerji güvenliğine katkıda bulunacak diğer seçeneklerden bazılarıdır. Bu önlemleri birkaç alt başlıkta inceleyecek olursak şu şekilde sınıflandırmak mümkündür;

a) Çeşitlendirme: Çeşitlendirmenin esas olarak üç türü vardır: Tüketilen yakıt türlerinin çeşitlendirilmesi, ithalatçı ülkeler ve bölgeler bağlamında arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve ithalat transfer yollarının çeşitlendirilmesi. Yurt içi veya yurt dışında kurulu tedarik hatları ve yollarının çeşitlendirilmesi güvenlik bağlamında çok önemlidir. Bir hat üzerinde çeşitli nedenler (terör saldırıları, arızalar veya diplomatik nedenler) sonuncunda oluşacak kesintilere alternatifler oluşturmak uzun veya kısa vadeli güvenlik sorunlarını çözmede yardımcı olacaktır. Yine bu yolların bağlı bulunduğu ithalatçı ülkelerin çeşitlendirilmesi de aynı sebeplerden dolayı önem arz etmektedir.

b) Yerel Enerji Üretiminin Artırılması: Doğal olarak bir ülke ne kadar enerji kaynağına sahipse ve bunları kullanılabilir hale getirecek maddi imkanı varsa enerji arz güvenliği açısından o kadar eli rahat olacaktır. Ancak bu üretimi sadece petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıt temelli düşünmemek gerekir. Günümüzde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı da artmış ve gelişen teknoloji sayesinde belirli seviyelerde süreklilik sağlamakta mümkün hale gelmiştir. Buna ek olarak desantralize üretim yani ihtiyaçların bölgesel olarak karşılanması da bu başlık altında bulunmaktadır.

c) Enerji verimliliği ve tasarrufu: Özellikle enerji tüketiminin yüksek, yerli üretimin kısıtlı olduğu ülkeler için enerji verimliliğinin artırılması en önemli enerji güvenliği politikalarından biridir. Bu önlem ile birlikte enerji tüketimi belirli ölçülerde azalacak ve dışa bağımlılık düşecektir. Daha az ihtiyaç beraberinde o kadar özgürlük getirecektir.

d) Gelişmiş teknoloji ve bilgi birikimi: Teknolojinin enerji arzı güvenliğini sağlamaya dönük politikaların hemen hemen tümü üzerinde etkisi vardır. Başta yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere yerel enerji üretiminin geliştirilmesinde, yakıt çeşitlendirmesinin sağlanmasında, enerji verimliliğinin artırılmasında ve sistemin güçlendirilmesinde teknolojik kapasite belirleyici bir role sahiptir. Bilgi birikiminde kasıt mevcut bulunan ve gelişmekte olan bilime hakim olabilmek ve mevcut olan sistemleri geliştirmeye yönelik eğitim alt yapısına sahip olmaktır. Bunun yanısıra doğru politikaların oluşturulması açısında da eğitim ve bilinç ön plana çıkmaktadır.

ÇEVRESEL GÜVENLİK TANIMI

Güvenlik alanında oluşan tehditlerde yaşanan değişimlerin sonucunda, 20. yüzyılın sonlarına doğru, çevresel güvenlik kavramı ortaya çıkmıştır. Çevresel kaynakların niteliğinde, niceliğinde ve sürekliliğinde oluşabilecek bir değişim; kaynakların ve üretilen ürünlerin adil olarak dağıtılmaması; canlıların yaşama, barınma, üreme ve özgürlük haklarının azalması ya da yok olması yaşamın güvenlikte olmadığı anlamına gelir. Tüm bu kavramlar çevresel güvenliğin temellerini oluşturur. Bu içerikten yola çıkarak çevresel güvenlik kavramı üç boyutta ele alınabilir;

  1. Dünya ölçeğinde insan türü ve diğer canlı varlıkların yaşamlarını ve varlığını tehlikeye düşürecek olan çevresel kriz.

  2. Çevre sorunlarının ekonomik ve siyasal istikrarı tehdit eden niteliği.

  3. Çevresel kaynakların bölüşülmesi ve çevreden kaynaklanan sorunların ülkeler ve topluluklar arasında çatışmalara neden olma riski.

Çevresel Güvenlik tanımının tarihsel gelişimine bakacak olursak Çevresel güvenlik konusu ilk defa 1977'de Lester R. Brown'in Doğal kaynakların tükenmesi ve çevresel tahribat uluslar için milli güvenliğin tekrar tanımlanmasını gerektirecek kadar önemli bir tehdit oluşturmaktadır tezi ile gündeme gelmiştir. Daha sonra bir çok yazar ulusal güvenlik hakkında açıklamalarda bulurken çevreyi ön plana çıkarmışlardır. Richard Ullman "Redefining Security" adlı makalesinde "Güvenliği askeri terimlerle tanımlamak gerçekleri tamamen değiştirmek olur ve ülkelerin askeri tehditler üzerine yoğunlaşarak çok daha zararlı olabilecek diğer tehlikeleri ihmal etmesiyle sonuçlanır. Bir ulusun vatandaşlarının hayatlarını ve yaşam kalitelerini kısa sürede tehdit edebilecek hale gelen doğal fenomenler ve hareketler milli güvenlik için tehdit olarak ele alınmalıdır." ifadesine yer vermiştir. Norman Myers "Ultimate Security" adlı kitabında "Milli güvenlik artık yalnızca askeri güçler ve silahlanma demek değildir. Günümüzde milli güvenlik, sulak alanlar, tarım alanları, ormanlar, genetik kaynaklar, iklimle de ilgilidir. Bu faktörler ve daha pek çokları genellikle askeri ve politik liderlerce ele alınacak sorunlar olmasalar da en az askeri saldırılar kadar önemlidir. Bu durum, ülkesinden bir metre kare bile vermek istemeyen bir liderin, her yıl yüzlerce metre kare üst toprağı erozyonla kaybetmeye göz yummasında da açıkça görülebilir." açıklamasını yapmıştır.

Enerji çevresel güvenlik bağlamında büyük bir risk oluşturmaktadır. Enerji kaynaklarının üretimi, dağıtımı ve tüketimi sonucu meydana gelen çevre kirliliği çevreye verilen toplam tahribatın büyük bölümünü oluşturmaktadır. Bu anlamda elektrik üretimi sırasında atmosfere salınan sera gazları, büyük petrol tanker kazaları, otomobillerin egzozlarından salınan karbondioksit, nükleer santrallerin atıkları, boru hatlarında meydana gelen sızıntılar ve bunların tümünü kapsayan küresel iklim değişikliği enerji kaynaklı çevresel tehditlere örnek olarak verilebilir.

1.2.ÖRNEKLERLE ÇEVRESEL GÜVENLİK

Bu ihlalin en büyük örneği 1986’da Ukrayna’da yaşanan Çernobil nükleer santral kazasıdır. Çernobil Nükleer Santral Felaketi, en büyük nükleer santral kazası olarak değerlendirilmektedir. Kazadan sonraki bir ay içinde yapılan ölçümlerde çevreye yayılan radyoaktif kirlilik o güne kadar çeşitli sebeple gerçekleşen tüm kirliliklerden fazla ölçülmüştür. Oluşturulan raporlara göre kaza sonucu, reaktör koru tamamen erimiş ve patlama sonucunda çevreye büyük miktarda radyoaktivite salınımı olmuştur. Kazanın hemen ardından 47 kişi hayatını kaybetmiş, yaklaşık 300 çalışan radyasyondan etkilenmiştir. Kazadan sonra bölgede kanser oranı 20, doğumsal bozukluklarla doğan bebek oranı 2,5, tüberküloz hastalığına yakalananların sıklığı ise 10 kat artmıştır. Radyoaktif salınım önce İskandinavya'nın güney ve orta bölgelerine, sonrasında Bulgaristan, Yunanistan üzerinden Trakya ve Karadeniz üzerinden Türkiye'nin kuzeydoğu kıyılarına ulaşmıştır. Araştırmalarda ilk yıl doz açısından en fazla radyoaktiviteye maruz kalan Avrupa ülkesi Bulgaristan olarak belirlenmiştir. Yaklaşık 17 milyon kişinin çeşitli oranlarda etkilendiği Çernobil kazası, kaza skalasında en yüksek düzeyde olan majör kaza olarak sınıflandırılmıştır. Çernobil kazasının meydana geldiği Dördüncü Ünite’de beton bir lahit içinde kapatılmış olan radyoaktif çelik, yıllar sonra hurda demir, çekirdeğin artıkları ve diğer maddeler yığınına dönmüştür. Tesisin geriye kalan kısmı kısmen temizlenmiştir. 15 yıl sonra bile, kaza yerindeki radyasyon ortalama doğal geri plan radyasyonunun 20 katı kadardır.

Çevre güvenliğini tehdit eden en önemli sorunlardan birisi de çevre kirliliği ve buna bağlı başta CO2 olmak üzere sülfürik asit v.b. sera gazlarından kaynaklanan küresel ısınma sorunudur. 1970 ile 2004 yılları arasında atmosfere salınan sera gazı oranında yüzde 70 oranında artış gözlenmiştir. Aynı dönemde enerji sektörü kaynaklı salınımlar ise yüzde 145 artmıştır. Küresel ısınmanın bir kaynağı da fosil yakıtların yanması sonucu atmosfere salınan CO2 olması nedeniyle bu durum enerji konusuyla yakından ilişkilidir ve üretimden tüketime kadar enerji sektörü toplam emisyonların yaklaşık yüzde 80’ine sebep olmaktadır. Son on bin yıldır istikrarlı olan dünya ortalama sıcaklık değerleri sanayileşmenin ve dolayısıyla sera gazı salınımlarının katlanarak artmaya başladığı 1850 yılından beri 0,76 derece yükselmiştir. Bunun bir göstergesi olarak 1850’den beri ölçülen en sıcak 13 yılın 12’si 1995-2007 yılları arasında yaşanmıştır ve hava koşulları sonucu meydana gelen felaketlerin yıllık ortalama sayısı 331’e yükselerek ikiye katlanmış, bu felaketlerin sadece 2003 yılında yarattığı zarar 60 milyar dolar olmuştur.

Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Henüz etiket yok.
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page